27.07.2024
Liberal düşünce insanın yaratılıştan kaynaklanan doğal hakları olduğuna, bireyin haklarının esas alınması, bütün siyasal sistemin bu hakları korumak üzerine kurulması gerektiğine inanır. Bu doğal haklar “hayat, hürriyet ve mülkiyet” olarak özetlenmiştir.[1] Doğal hukuk anlayışı şunları savunur:
Bütün insanlar tanrı tarafından eşit şekilde yaratılmışlardır. Bu nedenle insanların sadece var olmalarıyla elde ettikleri yaşama, özgürlük ve mutluluğu arama hakları vardır. Bu haklar evrensel olmakla beraber, ne devlet tarafından ne de çoğunluk tarafından yok edilemez ya da kısıtlanamaz. Devlet ise bu hakları korumak için vardır ve meşruiyetinin kaynağı da budur.[2]
Liberalizmin temeli, bireysel hakların teminat altına alınmasıdır. Türkiye siyasi düşünceler tarihinde liberalizm hakettiği ilgiyi görmemiştir. Bunun bir sebebi de kuruluşundan itibaren tek partinin devletçi bir milliyetçilik politikası izlemesi, bütün siyasi düşünceleri dış bağlantılı olarak görüp, güvenlikçi bir yaklaşımla onları birer beşinci kol faaliyeti gibi görmesi olmuştur. Bundan dolayı bütün siyasal ideolojiler devletçi ve milliyetçi bir yorumla fikirlerini sahaya sürmüşlerdir. 1961 Anayasasının kabulüne kadar Türkiye’de sosyalizm yasak bir düşünceydi. İslamcı ve Türkçü düşünceler de. Komünizm’in bir fikir olarak serbest hale gelmesi 1990’ları bulmuştur. Tek parti rejimine muhalif olanlar bile devletçi yorumlarla siyasal hayatta kendilerine yer bulmuşlardır. En kolay siyaset yapma yolu herkesin kendisini “en Atatürkçü, en milliyetçi (ama Türkçü değil), Müslüman ama laikliğe bağlı, en çok devletine bağlı” olarak tanımlamasıydı.
Müslüman düşünürlere göre, “kul hakları genellikle insanların canları, bedenleri, ırz ve namusları, mânevî şahsiyetleri, makam ve mevkileri, dinî inanç ve yaşayışları gibi konulardaki kişilik haklarıyla mallarına ve aile fertlerine ilişkin haklarından oluşmakta ve bunlara yönelik olarak yapılan kötülükler, verilen zararlar kul haklarına tecavüz sayılmakta, bu tecavüz de “mazlime” ve bunun çoğulu olan “mezâlim” kelimeleriyle ifade edilmektedir.” (https://islamansiklopedisi.org.tr/kul-hakki).
Yukarıda İslam Ansiklopedisi’nden alınan paragraftan “kul”un, yani bireyin hakkı İslam dini ve alimleri tarafından en önemli hak olduğu görülmektedir. Ancak, İslam dünyası Emevi hükümdarlığı zamanında giriştiği savaşlarla, dört halife döneminde müslümanlar arasındaki idarecinin davranışları hakkındaki eleştirel değerlendirmeleri sonlandırmışlardır. Abbasiler dönemindeki bilimsel çalışmalar da, ondan sonra yeniden dönen uzun savaşlar döneminde unutulmuştur. İslam dünyasında bireysel özgürlük, sadece köle olmamakla eşdeğer tutulmuştur. Müslüman halklar özgürlük yerine “adaleti” öne çıkaran bir devlet anlayışı içinde olmuşlardır. Bu adalet de mahkemedeki adalet ya da sultanların halkına zulmetmemesi olarak anlaşılmıştır.
“Belli bir kişiye verilen zararlar yanında zimmet, irtikâp, karaborsacılık, fitne, idarî baskı ve zulüm gibi ammenin maddî ve mânevî haklarına ve menfaatlerine, huzur, güvenlik ve refahına zarar verme sonucunu doğuran her türlü faaliyet de çeşitli âyet ve hadislerle diğer İslâmî kaynaklarda kul hakkına tecavüz sayılıp yasaklanmıştır.” (https://islamansiklopedisi.org.tr/kul-hakki). “Kul hakkı” söylemi Türkiye’de de hem halk arasında hem de siyasette kullanılan bir söylem olmuştur.
Selçuklu ve özellikle Osmanlı Devleti yüzyıllar süren fetih dönemlerinde, fethedilen topraklar miri mal sayılmıştır. Köylü, çiftçi ise “Çifthane” denilen bir sisteme göre kendisine mülk olarak verilen, toprağın verimine göre 50-150 dönüm arasında değişen büyüklükte bir araziye sahip olmuştur. Osmanlı ülkesi fethedilerek oluşan bir ülke olduğu için, köylünün kullanımındaki toprak da esasen ona tahsis edilen bir toprak olmuştur. Kısacası mülk değildir. Devlet, bu toprakların işletme kurallarını da belirtmiştir: Satılamaz, evladına miras kalabilir (böylece nesiller bu toprağa bağlı olmaya devam eder), belli bir süreden fazla ekmeden bırakamaz, yoksa devlet el koyabilir.
Osmanlı Devleti’nde hanelere (ailelere) tahsis edilmeyen topraklar tımar adıyla bir kamu iktisadi işletmesi gibi işletilmiştir. Tımar’ın başındaki Bey, işletme müdürü gibi, aslında, geçici olarak orayı işletiyordu. Osmanlı Devleti’ndeki mülk anlayışı, anarşistlerin mülk anlayışının mümkün olan en rasyonel hayata geçirilmiş şekli gibidir. Anarşistler, “mülkiyet hırsızlıktır” diyorlardı. Eski İran dinlerinden Mazdek inancı da bireysel mülkiyeti yasaklıyordu. Thomas Moore’un Ütopyası da özel mülkiyetin olmadığı bir düzen öngörüyordu.[3] Osmanlı’da özel mülkiyet, kısıtlı bir alanda ve ancak hayati idameye yetecek bir miktarda toprak ve ev olmuştur.
“Bunlar genel makāsıd kısmına dahil olan hayat (can), nesil (nesep, ırz), akıl, mal ve dinin korunması şeklinde özetlenir ve literatürde “zarûriyyât-ı hamse, makāsıd-ı hamse, külliyyât-ı hams” gibi adlarla anılır. Bazı âlimler adalet, Allah’a kulluk, erdemli bir toplum oluşturma, eşitlik, yeryüzünün imarı, hürriyet, sosyal düzenin ve güvenliğin sağlanması gibi özellikle yaşadıkları zamanların yükselen değerlerini göz önünde bulundurarak yeni amaçlar belirlemişse de zikredilen bu gayelerin esas itibariyle beş temel esasın korunması kapsamına dahil olabileceği görülmektedir… Necmeddin et-Tûfî’nin savunduğu, şâriin gayesi olan maslahatın nasla çeliştiği zaman nassa tercih edileceği anlayışı etrafında tartışmalar yoğunlaşmıştır “[4]
Makasıd-ı Şeria deyince anlaşılması gereken, ‘hukukun maksatları, ya da hukuk düzeninin maksadı’dır. Bunları daha özet olarak sıralarsak:
Nigel Ashford’un “Özgür Toplumun İlkeleri” adlı eserindeki ilkelerle, Müslüman alimlerin yaptıkları listeye bakınca, aradaki farkın “dinin korunması ve ibadet” hariç, benzer ilkeler olduğu görülür. Yani, evrensel özgürlükçü düşüncelerin farklı medeniyet havzalarında da olsa, benzer kavramlar ürettiklerini görüyoruz. Batı, son bir kaç yüzyıldır olduğu gibi kavramsallaştırmada ve paradigma inşasında, diğer bütün medeniyetlerin önüne geçtiği için düşünce üretimi onların tekeline geçmiş gibidir.
Ancak, popüler Müslüman din adamları daha çok cennet-cehennem, huri-gılman, günah-sevap konularını gündemde tuttukları için, kamusal politikalar üzerinde düşünmemişlerdir. Hele Türkiye’de son on yılda, dini anlayışın iyice daraltılmasıyla, toplumsal konularda özgün düşünceler üretimi durmuş, oruç tutarken yüzmek, oruçlu iken sakız çiğnemek gibi konular öne çıkabilmiştir.
Müslümanlar, salih amel işlemeyi, İslamın beş şartını uygulamakla eşdeğer olarak görmüşler ve o noktada kalmışlardır. Bu yüzden, Müslüman ülke üniversitelerinde ve labaratuvarlarında yetişip de Nobel bilim ödülü alabilen bilim insaanı çıkmamıştır. Nobel bilim ödülü alan üç müslüman bilim insanı da araştırmalarını Batı’daki üniversitelerde yürütmüş insanlardır: Prof. Muhammed Abdusselam (Pakistan- 1979) fizik alanında, Prof. Ahmed Zewail (Mısır-1999) kimya alanında, Prof. Aziz Sancar (Türkiye-2015). Aziz Sancar, Müslümanların son 500 yılda bilime pek katkı yapmadıklarını ifade etmiştir. dünya nüfusunun %23’ünü oluşturan Müslümanların Nobel bilim ödüllerinden payı %1 bile değilken, dünya nüfusunun sadece %2’sini oluşturan Yahudilerin Nobel bilim ödüllerindeki payları %20 civarındadır. Bilimsel çalışmayı da amel-i salih olarak görecek bir Müslüman anlayışına ihtiyacımız olduğu kesin. Aksi halde, Müslümanlar için tünelde görünen ışık, tünelden çıkışı değil, biraz sonra çarpacak olan trenin ışığıdır. Bilim de özgür düşünceli, düşüncelerini özgürce ifade edebilen insanların ve sosyo-politik düzenin olduğu yerlerde gelişmektedir. İslam, Mustafa Akyol’un Özgürlüğün İslami Yolu adlı eserinde belirttiği gibi özgürlükçü/hürriyetçi bir dindir. Çünkü, Allah insanları akılları ile yaptıkları seçimleriyle muhatap almaktadır. “İlim Müslüman’ın yitik malıdır” diyen peygamber (a.s.v.), ilimden sadece anlamadan Kur’an okumayı ve zikir çekmeyi kastetmemiş olmalıdır. Siyaset bilimi diliyle, İslam, liberal bir dindir. Çünkü İslam’da ruhbanlık temel olarak yoktur. Maalesef Müslümanlar bugün cübbeli/cübbesiz, yanmaz kefen yapan ama bunu üreten fabrikası yanan kendinden menkul ruhbanların aldattığı bir topluluk olmuştur. Özgürlük, dinin emridir. Ali Şeriati’nin işaret ettiği, Nurettin Topçu’nun İsyan Ahlakı dediği dediği şey, bu özgürlüğe sahip olma ahlakıdır.
[1] Can Kilercioğlu (2021), Kâzım Berzeg’in Hukuk ve Özgürlük Düşünceleri, Liberal Düşünce Dergisi, Yıl: 26, Sayı: 101, Kış 2021, ss. 209-223.
[2] Kilercioğlu (2021).
[3] Coşkun Can Aktan (2018), MÜLKİYET HAKLARI FELSEFESİ, HAK-İŞ Uluslararası Emek ve Toplum Dergisi, Cilt: 7 Yıl: 7 Sayı:18 (2018/2)
[4] ERTUĞRUL BOYNUKALIN, TDV İslam Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/makasidus-seria.