LIBERAL VE LIBERTERYEN AYRIMI: ÖZGÜRLÜK TANIMININ FARKLARI
Özgürlük kavramı sadece kelimelerle değil, ideolojik temellerle de ayrışır. Liberalizm ve Liberteryenizm arasındaki fark, yalnızca harf benzerliğiyle sınırlı değildir. Aslında bu iki kavram, özgürlük anlayışlarında taban tabana zıttır:
Bu iki görüş arasındaki farkı anlamadan “liberalizm” hakkında konuşmak, pusulasız bir siyasi analiz yapmak anlamına gelir.
Liberteryenizm, bireyi kutsayan bir anlayışa sahiptir. Robert Nozick’in Anarşi, Devlet ve Ütopya adlı eserinde belirttiği gibi:
“İnsanlar araç değil, amaçtır; bu nedenle başkalarının iyiliği için feda edilemez.”
Bu ilke kulağa etik bir sav gibi gelse de, pratikte şu sonuçları doğurur:
Ancak bu anlayış, sağlık, eğitim ve barınma gibi temel hakları piyasanın insafına bırakırken, gelir eşitsizliğini doğal bir olguya dönüştürür. Nobel ödüllü ekonomist Amartya Sen bu durumu şöyle özetler:
“Seçme özgürlüğü var ama seçme imkânı yoksa, orada gerçekten özgürlükten söz edebilir miyiz?”
Buna karşılık, Liberalizm, bireyin haklarını savunurken, toplumsal sorumlulukları da gözetir. John Rawls’un Adalet Teorisi’nde vurguladığı gibi:
“Toplumda en az avantajlı olanların durumunu iyileştirmek, adaletin temel ilkelerinden biridir.”
Liberteryenler için bu ifade “toplumculuk” olarak görülse de, liberalizmin temelinde adalet ve fırsat eşitliği vardır.
Liberteryenizm devleti bir “zorbalık makinesi” olarak görür. Vergiyi bireyin emeğine el koymak olarak tanımlayan Nozick’in şu sözü bu anlayışı özetler:
“Gelirin vergilendirilmesi zorla çalıştırmanın bir biçimidir.”
Bu mantığa göre asgari ücret bile özgürlüğe tehdittir; çünkü işverenin düşük maaş verme “özgürlüğü” engellenmektedir!
Oysa klasik liberal düşünür Benjamin Constant devleti şu şekilde konumlandırır:
“Devlet, bireyin özgürlüğünü koruyacak kadar güçlü; ancak bu özgürlüğe zarar vermeyecek kadar sınırlı olmalıdır.”
Benzer şekilde, Daron Acemoğlu’nun Dar Koridor adlı eserinde vurguladığı gibi:
“Ne mutlak devlet, ne de sınırsız bireysellik… Demokrasi, güçlü bir devlet ile toplumsal denetimin dengede tutulduğu bir sistemde gelişir.”
Liberalizm, devleti yok etmek yerine onu dengelemeyi savunur. Liberteryenizm ise bireysel özgürlüğü yücelterek, toplumsal yapıyı göz ardı eder.
Liberteryen düşüncede mülkiyet hakkı kutsaldır. Murray Rothbard’a göre:
“Devletin mülkiyete müdahalesi, gaspın yasallaşmış halidir.”
Ancak, klasik liberal düşünür John Locke bile şu sınırlamayı getirir:
“Kimse, başkalarının geçinebileceği kadarını ellerinden alacak şekilde fazlasını mülk edinemez.”
Daron Acemoğlu ve James Robinson, Ulusların Düşüşü adlı eserlerinde ekonomik eşitsizliğin siyasi yozlaşmayı beslediğini şu sözlerle anlatır:
“Eğer mülkiyet sadece bir azınlığın ayrıcalığına dönüşürse, hukuk ve demokrasi yerini çıkar gruplarının tahakkümüne bırakır.”
Liberalizmin temel ilkesi, mülkiyet hakkının yaşam hakkını tehdit edemeyeceğidir.
Liberteryenler için piyasa mekanizması her şeyin çözümüdür. Ancak, Thomas Piketty, 21. Yüzyılda Kapital adlı eserinde bu anlayışı çürütür:
“Piyasa kendi kendine eşitlik yaratmaz; aksine eşitsizliği derinleştirir.”
Daron Acemoğlu da bu konuda şunları söyler:
“Serbest piyasa ancak adil kurumlarla birlikte işler. Aksi halde, rekabet yerine rantçılık kazanır.”
Liberalizm piyasanın gücünü reddetmez, ancak onu sınırsız hale getirmez. Çünkü eşitliğin olmadığı yerde özgürlük, yalnızca bir azınlığın tekelinde kalır.
Isaiah Berlin, özgürlüğü ikiye ayırır:
Berlin’e göre:
“Negatif özgürlük mutlaklaştırıldığında, güçlülerin zayıflar üzerindeki tahakkümü görünmez hale gelir.”
Liberalizm bu iki kavramı dengede tutarken, liberteryenizm sadece negatif özgürlüğü savunarak toplumsal adaleti göz ardı eder.
Liberteryenizm, bireyi kutsayarak toplumsal yapıyı görmezden gelir. Liberalizm ise gerçek özgürlüğün ancak toplumsal eşitlik ve ortak sorumluluk içinde mümkün olduğunu savunur.
Bu fark belki de şu iki cümlede özetlenebilir:
Gerçek özgürlük, ancak adil bir toplumsal denge ile sağlanabilir.
Bimen Zartar – Liberal Parti Genel Başkan Yardımcısı