Ortadoğu, tarih boyunca çeşitli kültürlerin, inançların ve toplulukların iç içe geçtiği bir coğrafya olmuştur. Ancak zaman zaman bu çeşitlilik, bölgesel ve küresel aktörlerin müdahalesiyle bir çatışma aracı haline getirilmek istenmektedir. Türkiye’de ve bölgede uzun yıllardır bir arada yaşayan Sünni ve Alevi toplulukları, geçmişten günümüze kardeşlik bağlarıyla örülmüş bir yaşam sürdürmüştür. Ancak son yıllarda Suriye merkezli gelişmeler, bu kardeşliği hedef alan çeşitli provokasyonları da beraberinde getirmiştir.
Suriye’de iç savaşın başlamasıyla birlikte farklı inanç grupları arasında yapay ayrışmalar derinleştirilmek istenmiş, özellikle Alevi nüfus belirli silahlı grupların hedefi haline gelmiştir. Bu durum, zamanla bölge ülkelerine de sıçrayabilecek bir kaos ortamının zeminini hazırlamaktadır. Türkiye’de Sünni ve Alevi topluluklarının yüzyıllardır süregelen barış içinde bir arada yaşama geleneği, bu tür dış kaynaklı müdahaleler karşısında korunması gereken önemli bir değer olarak öne çıkmaktadır.
Türkiye’de mezhep ayrımcılığı üzerinden bir gerilim yaratmak isteyen unsurlar, Suriye’deki mevcut durumu bir fırsata çevirmek istemektedir. Bu noktada, toplumun her kesimine düşen en büyük sorumluluk, kardeşlik bağlarını güçlendirmek, provokasyonlara karşı bilinçli bir duruş sergilemek ve barışçıl söylemleri ön plana çıkarmaktır.
Bölgedeki mezhep gerilimlerinin derinleşmesini engellemek adına hem Türkiye hem de diğer İslam ülkeleri aşağıdaki adımları atmalıdır:
Sünni ve Alevi toplulukları arasında doğrudan diyalog kanallarının açık tutulması, toplumsal barışı tehdit eden unsurlara karşı en güçlü kalkan olacaktır. Ortak değerler etrafında bir araya gelmek, siyasi ve dini liderlerin uzlaşı mesajları vermesi, toplumu birleştirici bir etki yaratacaktır.
Medya organları ve siyasi aktörler, mezhep farklılıklarını ayrıştırıcı bir unsur olarak değil, toplumsal zenginliğin bir parçası olarak ele almalıdır. Kışkırtıcı ve kutuplaştırıcı söylemlerden kaçınılmalı, toplumsal huzura katkı sağlayan mesajlar ön plana çıkarılmalıdır.
Türkiye başta olmak üzere bölgedeki ülkeler, Suriye’de akan kanın durması için diplomatik ve insani girişimlerini artırmalıdır. Mezhepsel ayrışmalardan beslenen radikal gruplara karşı ortak mücadele stratejileri geliştirilmeli, uluslararası toplum bu konuda daha fazla sorumluluk üstlenmelidir.
Toplumun farklı kesimlerinin birbirini daha iyi tanımasını ve anlamasını sağlayacak eğitim ve kültürel programlar teşvik edilmelidir. Dinler ve mezhepler arası hoşgörüyü artıran projeler hayata geçirilerek, özellikle genç nesillerin kutuplaştırıcı söylemlere karşı bilinçlenmesi sağlanmalıdır.
Türkiye’de Sünni ve Alevi toplulukları yüzyıllardır birbirleriyle iç içe geçmiş, aynı mahallelerde yaşamış, aynı sofrayı paylaşmış, birbirlerinden kız alıp vermiştir. Kardeşlik bağları, geçmişte olduğu gibi bugün de güçlendirilmelidir.
Ortadoğu’da süregelen mezhepsel çatışmalar, büyük ölçüde dış müdahaleler ve bölgesel çıkar hesaplarıyla şekillenmektedir. Türkiye ve İslam dünyasının bu oyuna gelmemesi, barışın sağlanması için birlik içinde hareket etmesi hayati önem taşımaktadır.
Bugün, hepimizin üzerine düşen görev; mezhepsel ayrışmalara karşı durarak, kardeşliği pekiştirmek ve ortak değerler etrafında birleşmektir. Çünkü geçmişte olduğu gibi bugün de, barış içinde bir arada yaşamak mümkündür ve bunun yolu, bilinçli, sağduyulu ve birlik içinde hareket etmekten geçmektedir.