Bugün size bir sessizlikten bahsetmek istiyorum…
Öyle bir sessizlik ki, aslında içinde binlerce cümle saklıyor;
ama söyleyemiyor, söylenemiyor, söylenmesine izin verilmiyor.
Polisten söz ediyorum.
Hani “hakkınızda her şeyi devlete rapor eden” diye tanımlanan,
ama söz konusu kendi hakkı olunca bir cümle etmeye çekinen o insanlardan…
Sorun şu:
Polis, bu ülkede konuşamıyor.
Dert anlatamıyor.
Örgütlenemiyor.
Sendika kuramıyor, toplu ses olamıyor.
Sadece görev başında değil, hak mücadelesinde de yalnız.
Bir polis bana şöyle demişti geçen ay:
“Biz sorunlarımızı dile getirirsek, ‘devlete başkaldırıyor’ derler.
O yüzden susuyoruz… ama bu sükûtun da bir bedeli var.”
Evet, bedeli var.
Ses çıkaramayan her meslek grubunda olduğu gibi,
polislerde de sorunlar büyüdükçe büyüyor.
Çünkü talepler yukarıya ulaşmıyor;
ulaşsa da “disiplin” duvarına çarpıp geri dönüyor.
Oysa polis,
maaşından çalışma saatine, tayinden ek göstergesine kadar
hayati konularda söz sahibi olmalı.
Ama bugün hâlâ şu tartışılıyor:
“Polis sendika kurarsa otorite sarsılır mı?”
Hayır.
Tam tersine…
Hakların konuşulduğu yerde adalet güçlenir.
Adaletin güçlendiği yerde ise devlet ayakta durur.
Polis, bu ülkenin güvenlik direği ise,
o direğin sağlam durması için önce sesinin kıymetli olması gerekir.
Ama gördüğümüz gerçek şu:
Polis konuşunca soruşturma açılıyor,
susunca sorunlar derinleşiyor.
Bu iki uç arasında sıkışıp kalan insanlar,
hem mesleğini hem hayatını sessizlikle yürütmeye çalışıyor.
“Susturulan Ses”, bu yazı dizisinin belki de en kritik başlığı…
Çünkü suskunluk sadece bir meslek grubunun değil,
bir toplumun kırılganlığını gösterir.
Bir sonraki bölümde liyakat, torpil, haksız terfiler ve kurum içindeki adaletsizlikleri konuşacağız.
Çünkü konuşulmayan her konu,
bugünün yorgunluğunu yarının krizine dönüştürüyor.
📍 Devam edecek…
🗓️ Bir sonraki yazı: “Kayırılanlar”
Bağımsız gazeteciliği desteklemek için Patreon sayfamıza katılabilirsiniz:
Patreon’da Destek Ol