Liberal Parti’nin X Space yayınında AİHM’in son kararları ve Türkiye’nin güvenlik zafiyetleri konuşuldu. Moderatör Lütfi Özcan’ın “fırsat” vurgusu, Zübeyir Gülabi’den İHA ifşası ve hukukçulardan kritik uyarılar haberimizde.
Liberal Parti tarafından 19 Aralık akşamı X (Twitter) platformunda düzenlenen “Son AİHM Kararları ve Türkiye’de Adaletin Yeniden İnşası” başlıklı panel, hem hukuk hem de güvenlik bürokrasisini sarsacak tespitlere sahne oldu. Moderatörlüğünü Lütfi Özcan’ın üstlendiği, Liberal Parti Genel Başkanı Zübeyir Gülabi’nin ev sahipliği yaptığı yayında; hukukçular, eski hakimler ve gazeteciler Türkiye’nin içinden geçtiği “çöküş” dönemini ve AİHM’in 2420 kişilik yeni ihlal kararının yaratacağı sonuçları en ince detayına kadar konuştu.
Yayının açılışını yapan ve paneli yöneten Lütfi Özcan, AİHM’in 16 Aralık’ta açıkladığı 2420 kişilik toplu ihlal kararının sadece bir hukuki metin değil, Türkiye için bir dönüm noktası olduğunu vurguladı.
Özcan, sürecin önemini şu sözlerle özetledi:
“AİHM’in bu kararları, Yalçınkaya kararıyla başlayan sürecin devamıdır ve ‘kanunsuz suç ve ceza olmaz’ ilkesinin ne kadar güçlü savunulduğunun kanıtıdır. Biz şu soruyu soruyoruz: Bu kararlar Türkiye’de adaletin yeniden inşası için bir fırsat olabilir mi? Bu kararların uygulanması sadece uluslararası yükümlülük değil, iç hukukta hukukun üstünlüğünü yeniden tesis etmek için bir fırsattır.”
Özcan ayrıca yayında “Sevindirici bir haber” diyerek, Ufuk Yeşil’in paylaştığı bir gelişmeyi duyurdu: “Yerel bir mahkeme, AİHM kararı neticesinde yapılan başvuruyu kabul ederek oy birliğiyle yürütmeyi durdurma kararı verdi. Bu, hukuka dönüş adına umut verici bir adımdır.”
Manisa Şehzadeler Belediye Başkanı Gülşah Durbay’ın vefatı nedeniyle başsağlığı dileyen Liberal Parti Genel Başkanı Zübeyir Gülabi, sözlerine çarpıcı bir güvenlik zafiyetini ifşa ederek başladı.
Gülabi, savunma sanayindeki propagandaya rağmen hava sahasının “delik deşik” olduğunu belirterek şu iddialarda bulundu:
“İnebolu sınırımızdan giriş yapan bir Rus İHA’sı, kara sınırımızdan itibaren 300 km içeri girdi ve 1,5 saat boyunca Türk hava sahasında uçtu. İzmit civarında enkazı bulundu. Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve Hava Kuvvetleri Komutanı derhal istifa etmeliydi. Ancak koltuklarını koruyorlar. Ülke sadece hukukta değil, güvenlikte de alarm veriyor.”
Yayına Avrupa’dan katılan uluslararası hukukçu Av. Hakan Kaplankaya, AİHM’in Yalçınkaya ve Demirhan kararları sonrası 2420 dosya için daha savunma almadan ihlal kararı vermesini “tarihi bir dönüm noktası” olarak niteledi.
Kaplankaya’nın uyarıları sertti:
“AİHM artık Türk hükümetine ‘Ben bu meseleyi biliyorum, savunmana gerek yok’ diyor. ByLock ve Bank Asya gibi yasal faaliyetlerin suç sayılması ‘kanunsuz suç ve ceza olmaz’ ilkesinin ihlalidir. Türk yargısının belirli bir gruba yönelik yürüttüğü bu sistematik pratik, literatürde ‘insanlığa karşı suç’ kapsamında değerlendirilebilir. Bu hakimlerin gelecekte sığınacakları bir liman kalmayacak.”
Konuşmasında teorik tartışmaları bir kenara iterek doğrudan hayat kurtarıcı teknik uyarılara odaklanan Av. Hatice Yıldız, AİHM’in ihlal kararı verdiği listelerde ismi bulunan mağdurlar için zamanın daraldığını haykırdı. Yıldız, Demirhan kararı ve son açıklanan 2420 kişilik listede adı geçenlerin vakit kaybetmesinin telafisi imkansız sonuçlar doğuracağını belirterek; hakkında ihlal kararı verilen kişilerin CMK 311/1-f maddesi uyarınca, kararın kesinleşmesinden itibaren bir yıl içinde mutlaka yeniden yargılama talep etmesi gerektiğinin altını kalın çizgilerle çizdi. Yalçınkaya kararından sonra bazı hukukçuların “emsal karar” tartışması yüzünden beklemeyi önerdiğini hatırlatan Yıldız, bu stratejinin artık çöktüğünü ilan ederek; “Bu yeni kararlarda bizzat başvurucuların ismi var. Artık beklemenin bir anlamı yok, derhal başvurun!” çağrısıyla mağdurları harekete geçmeye davet etti.
Mahkemelerdeki liyakat krizine dikkat çeken Yıldız, hakimlerin dosyayı incelemeden “bu karar seninle ilgili değil” diyerek başvuruyu reddetme ihtimaline karşı stratejik bir hamle önerdi. Dilekçelere sadece genel ifadeler yazılmasının intihar olacağını belirten Yıldız; AİHM kararının Türkçe ve İngilizcesinin, karar linkinin ve en önemlisi listede kişinin kaçıncı sırada olduğunun (Örneğin: “Listede 56. sıradayım”) mutlaka yazılması gerektiğini vurguladı. Yerel Ağır Ceza Mahkemesi’nin talebi reddetmesi durumunda 14 gün içinde bir üst numaralı Ağır Ceza Mahkemesi’ne itiraz edilmesini salık veren Yıldız, hukuksuzlukta ve red kararında ısrar eden hakimler hakkında ise merhamet gösterilmemesini; hem HSK’ya şikayet hem de savcılığa görevi kötüye kullanmak suçundan suç duyurusunda bulunulmasını istedi.
Yargıdaki buzların erimeye başladığını da gözlemleyen Yıldız, özellikle Bank Asya ve sendika konularında Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları sonrası direncin kırıldığını, bu unsurların artık cezalandırma gerekçesi olmaktan büyük ölçüde çıktığını müjdeledi. Yargının şu an en çok direndiği “son kale”nin ByLock ve garson verileri olduğunu ancak Yargıtay’ın bu dosyalarda da “bozma” yönünde eğilim gösterdiğini belirterek, Ufuk Yeşil’in paylaştığı infaz durdurma kararını “Direncin artık sürdürülemez olduğunun ve yargının havlu attığının kanıtı” olarak yorumladı. AİHM’in neden tazminata hükmetmediği sorusuna ise “Ben zaten eylemin suç olmadığını tespit ettim. Beraat ettiklerinde iç hukukta haksız tutukluluk tazminatlarını fazlasıyla alacaklar” mantığıyla yanıt verdiğini, ayrıca hükümetin tazminatı cebinden değil halkın vergilerinden ödeyeceği için bunun iktidar üzerinde bir caydırıcılık yaratmayacağını sözlerine ekledi.
Av. Levent Mazılıgüney ise konuşmasını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “AİHM kararlarına uyma oranımız yüzde 90” açıklamasını yerle bir etmek ve Türkiye’nin gerçek karnesini resmi devlet verileriyle ifşa etmek üzerine kurdu. Mazılıgüney, Cumhurbaşkanı’nın AİHM istatistikleri hakkındaki sözlerini çok sert bir dille eleştirerek, bürokratik manipülasyona “Bu metni Prompter’a kim yazdıysa Cumhurbaşkanı’nı açıkça yanıltmıştır. Ben yönetici olsam yanlış bilgi veren o kişilerin kafasında o Prompter’ı kırardım!” sözleriyle isyan etti.
Avrupa Konseyi’nin inkar edilemez resmi verilerini paylaşan Mazılıgüney, Türkiye’nin çizdiği utanç tablosunu rakamlarla yüzlere vurdu. 47 üye ülke için kesilen toplam tazminatın yüzde 22’sini tek başına Türkiye’nin ödediğini vurgulayan Mazılıgüney, Türkiye’nin tazminat ödemede açık ara dünya şampiyonu olduğunu, ancak parayı tıkır tıkır ödemesine rağmen adaleti asla yerine getirmediğini ifade etti. Bir ülkenin hukuka saygısının AİHM’in yapısal sorunları işaret eden “öncü kararlarına” uyup uymadığıyla ölçüldüğünü belirten Mazılıgüney, Türkiye’nin bu kararların yüzde 68’ini uygulamadığını, bunun da Avrupa Konseyi’ndeki en kötü ve en utanç verici oran olduğunu kaydetti. Ayrıca Türkiye’den o kadar yoğun bir hak ihlali başvurusu yağdığını ki, AİHM’in sırf Türkiye için yeni bir “bildirim usulü” icat etmek zorunda kalmasının ülke itibarını yerle bir ettiğini dile getirdi.
Yargının muhalif avıyla ve KHK’lı teyzelerle uğraşırken asıl suçlarla mücadeleyi bıraktığını belirten Mazılıgüney, Adalet Bakanlığı verilerine göre 2015 yılında 100 kabul edilen uyuşturucu suçları endeksinin 2024 yılında 407’ye çıktığını, yani 9 yılda uyuşturucu suçlarının tam 4 kat arttığını belgeleriyle açıkladı. Konuşmasının finalinde hakimlere tarihi bir uyarıda bulunan Mazılıgüney, “Siyasetçiler yarın kenara çekilir, ‘Biz yargıya karışmadık’ derler. Bu hukuksuz kararların altındaki imza sizin, bu ödenen tazminatlar size rücu edilir!” diye seslenirken; Barolar Birliği’ni de 2022’de söz verdiği KHK raporunu 4 yıldır yayınlamadığı için “Bu suskunluğun tarih önünde mazereti olamaz, sınıfta kaldınız!” diyerek suçladı. Mazılıgüney sözlerini, “Hukuk, kendisine sırtını döneni er geç yalnız bırakır. Bugün yargıyı sopa olarak kullananlar, yarın o sopayla dövülürler!” kehanetiyle noktaladı.
Eski Hakim Seyfettin Bey, hukukçuların “olması gerekeni” anlattığı bölümde söz alarak, meselenin teorik değil, tamamen yargıçların “kariyer beklentisi ve korkuları” ile ilgili olduğunu vurgulayan realist bir tablo çizdi.
“O Hakimin Siciline ve Beklentisine Bakarım”
Seyfettin Bey, AİHM kararı sonrası bir yerel mahkemenin infaz durdurma vermesinin “müjde” olarak karşılanmasını temkinli bir dille analiz etti:
“Hukukçu arkadaşlarımız olması gerekeni çok güzel anlattılar. Ancak ben bir eski hakim olarak, bu kararı veren mahkemenin önce hakiminin sicil numarasına ve nerede görev yaptığına bakarım. Neden? Eğer o yargıcın sicil numarası çok yüksekse (kıdemliyse) ve artık Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı ya da Yargıtay Üyeliği gibi bir terfi beklentisi yoksa, ’emekliliğim geldi, kaybedecek bir şeyim yok’ diyerek bu kararı vermesini doğal karşılarım. Ancak, eğer genç bir hakimse, terfi beklentisi varsa ve buna rağmen bu kararı verdiyse, işte o zaman ona ‘gerçek bir hukukçudur’ derim.”
“Malatya’nın Doğusuna Gitmemek İçin Her Şeyi Yaparlar”
Yargıdaki çürümeyi ve itaat kültürünü bizzat yaşadığı bir örnekle anlatan Seyfettin Bey, sistemin nasıl bir “korku imparatorluğu” üzerine kurulduğunu şöyle ifşa etti:
“Ben meslek hayatım boyunca hiçbir zaman bir yere gelme beklentisi içinde olmadım, bu yüzden görevde olsaydım bu AİHM kararını tereddütsüz uygulardım. Ancak ben şuna şahit oldum: Sırf tayini Malatya’dan öteye (Doğu görevine) çıkmasın diye, istenilen her şeyi yapabilecek, her türlü hukuksuz kararı verebilecek yargıçlarla çalıştım. Realite maalesef budur.”
“Hukuka Değil Siyasete Bakacaklar”
Seyfettin Bey, konuşmasını karamsar ama gerçekçi bir öngörüyle tamamladı:
“Mahkemelerin bu kararlar karşısında bireysel davranacağını düşünüyorum. Genele yayılan bir hukuk refleksi beklemeyin. Çoğunluk hukuka değil, siyasetin ne diyeceğine bakacaktır. Bireysel olarak vicdanlı çıkanlar olacaktır ama sistemin genel işleyişi korku ve beklenti üzerine kuruludur.”
Yargıtay Eski Üyesi Hüsamettin Uğur ise meseleye teknik ceza hukuku penceresinden bakarak, mevcut “sevinçlerin” aslında hukukun ne kadar dibe vurduğunun göstergesi olduğunu belirtti. Uğur, Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) maddeleriyle ders niteliğinde bir konuşma yaptı.
“Normali ‘Müjde’ Diye Sunmak Yargının Sefaletidir”
Hüsamettin Uğur, Ufuk Yeşil’in paylaştığı infaz durdurma kararının abartılmasını eleştirdi:
“Bir mahkemenin yargılamanın yenilenmesi talebini kabul edip infazı durdurması ‘flaş haber’ veya ‘sevindirici gelişme’ olarak paylaşılıyor. Hukukun normalini, olağan akışını bir lütuf gibi görmek, mevcut yargı seviyemizin ve kalitemizin ne kadar düştüğünün ispatıdır. Bu aslında üzücü bir durumdur.”
“CMK 223/9 Gereği Derhal Beraat Verilmelidir”
Uğur, AİHM’in 7. Madde (Kanunsuz Suç ve Ceza Olmaz) ihlalinin Türk hukuku açısından tek bir karşılığı olduğunu vurguladı:
“Ceza Muhakemesi Kanunu Madde 223, 9. Fıkra çok açıktır: ‘Derhal beraat kararı verilebilecek hallerde durma, düşme veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilemez.’ AİHM diyor ki; ‘Bu eylemler suç değildir.’ Eğer fiil kanunda suç olarak tanımlanmamışsa (CMK 223/2-a), mahkeme duruşma günü vermemeli, savunma dahi almamalı, dosya üzerinden DERHAL BERAAT kararı vermelidir.”
“Zaman Aşımı veya Düşme Kararı Kabul Edilemez”
Uğur, mahkemelerin “düşme” kararı vererek işin içinden sıyrılamayacağını belirtti:
“Zaman aşımı dolmuş olsa bile, eğer derhal beraat verilecek bir durum varsa (ki burada eylemin suç olmadığı tescillendi), düşme kararı veremezsiniz. Çünkü düşme kararında sanığın üzerindeki şüphe kalkmaz. Masumiyet ilkesi gereği, suçsuzluğu sabit olan kişiye beraat verilmek zorundadır.”
“Yurt Dışındakiler İçin Savunma Alınmadan Beraat Verilmeli”
Hüsamettin Uğur, özellikle yurt dışında bulunan KHK’lılar için hayati bir yol haritası çizdi:
“Yurt dışındaki vatandaşlarımız ‘gelirsem tutuklanırım’ korkusuyla savunma vermeye gelemiyor. Mahkemeler savunma alınmadığı için dosyaları bekletiyor. Oysa AİHM kararı ortada. Suç yoksa savunmaya da gerek yoktur. Hakimler, yurt dışındaki vatandaşlar için de savunma almadan, gıyaplarında derhal beraat kararı vererek bu hukuksuzluğu bitirmelidir.”
“AYM Dut Yemiş Bülbül Gibi”
Uğur, son olarak Anayasa Mahkemesi’ni (AYM) sert bir dille eleştirdi:
“AİHM, AYM’nin ‘hak ihlali yok’ dediği 4.000 dosyayı yüzüne çarptı. AYM şu an İzzet Özgenç hocanın tabiriyle ‘dut yemiş bülbül’ gibi suskun. Kendi kararları bozulmuş, itibarları yerle bir olmuş ama çıkıp tek kelime edemiyorlar.”
TRT Eski Spikeri Sırrı Er, yayına üç farklı noktada müdahil olarak hem toplumsal duyarlılığı sorguladı hem de AİHM’in samimiyetine dair keskin sorular yöneltti. Konuşmaları, hukukçuların teknik anlatımlarını toplumsal ve siyasi bir zemine çekti.
“Gerekli Tepki Verilseydi 10 Yıl Sürer miydi?”
Sırrı Er, Av. Hakan Kaplankaya’nın “Yurt içinde ve yurt dışında gerekli hassasiyet gösterilmiş olsaydı bu mesele 10 yıl devam etmezdi” sözü üzerine söz aldı. Er, tevazu göstererek başladığı konuşmasında şu can alıcı soruyu sordu:
“AİHM, 2420 kişilik toplu ihlal kararı için 6. (Adil Yargılanma) ve 7. maddeyi (Kanunsuz Suç ve Ceza Olmaz) işaret etti ve Türkiye’yi mahkum etti. Peki, 10 yıllık zaman diliminde AİHM’in bunu ancak şimdi söylemiş olması mağdurlar için; Demirtaş, Kavala, Can Atalay, Selçuk Kozağaçlı ve binlerce KHK’lı için ne ifade ediyor? Hakan Bey’in bahsettiği ‘gerekli tepki’den kasıt nedir? Toplum ve muhalefet nerede eksik kaldı?”
AİHM’e Yönelik “Samimiyet” Eleştirisi
Sırrı Er, ikinci sorusunda diplomatik nezaketi bir kenara bırakarak AİHM’in tutumunu bir Anadolu deyimiyle sorguladı:
“Acaba şöyle bir şey mi söz konusu; hani darı meseldir efendim: ‘Tavşana kaç, tazıya tut.’ AİHM böyle bir rol mü üstlenmiş? Bir yandan hak ihlali kararı verirken, diğer yandan süreci zamana yayarak siyasi bir denge mi gözetiyor?”
“Uygulanmazsa Yaptırım Ne Olacak?”
Programın ilerleyen dakikalarında teknik bir sorun yaşamasına rağmen hatta kalarak son sorusunu yöneltti:
“Arzu edilir ki Türkiye bu kararları uygulasın. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu kararları uygulamazsa, Avrupa Konseyi veya uluslararası mekanizmalar nezdinde nasıl bir yaptırım gerçekleşir? Somut sonuçları ne olur?”
Dr. Arif Yılmazoğlu, yayına katılarak sorunu mahkemelerden “savunma makamına” (avukatlar ve barolar) taşıdı. Yılmazoğlu’nun konuşması, hukuk sisteminin en önemli saç ayağı olan Baroların sessizliğine karşı bir isyan niteliğindeydi.
“Hukuksuzluk Sıradanlaştı, Peki Ya Savunma?”
Yılmazoğlu, mahkemelerdeki hukuksuzluklara artık toplumun “alıştığını” veya bu durumun “sıradanlaştığını” belirterek, asıl tehlikenin savunma kurumlarında olduğunu şu sözlerle ifade etti:
“Mahkemedeki hukuksuzluklara artık alıştık demeyeceğim ama maalesef sıradanlaştı. Ancak Baroların, AİHM kararları karşısındaki, özellikle Yüksel Yalçınkaya, Demirhan ve son hafta çıkan 2420 kişilik karar karşısındaki bu vurdumduymaz tavrını nereye koyacağız?”
“Savunmaya Dahi Güvenemeyecek miyiz?”
Yılmazoğlu, vatandaşın savunma makamına olan güveninin sarsıldığını belirterek Barolar Birliği’ni hedef aldı:
“Mahkemeler hukuktan sapmıştı ama bir vatandaş olarak biz savunmaya dahi güvenemeyecek miyiz? Savunmanın kapısına gittiğimizde, hakkımızı aradığımızda bize kimlik mi soracaklar? Siyasi görüşümüze göre mi savunma yapacaklar? Türkiye Barolar Birliği ve Baro Başkanlarının bu sessiz ve tepkisiz tutumunu doğru buluyor musunuz?”
Bu soru üzerine söz alan Av. Levent Mazılıgüney, Yılmazoğlu’na hak vererek, “Hiçbir şekilde doğru bulmuyorum. Bir hukukçunun böyle bir karardan sonra sessizliğinin hiçbir bahanesi olamaz, tarihe kötü bir not olarak düştüler” yanıtını verdi.
Programın kapanışında Moderatör Lütfi Özcan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2018 yılında Yargıtay Sempozyumu’nda sarf ettiği sözleri hatırlatarak yayını sonlandırdı:
“Zalimi ‘üzerine düşen görevi yapmayan’ olarak tarif eden Hz. Mevlana’nın anlayışında, adalet dağıtmayan savcı ve hakim de zalimler sınıfına giriyor. Adaleti kaybettiğimizde her şeyimizi kaybederiz.”
Kaynak: Liberal Parti X Space Yayını (19.12.2025)
Bağımsız gazeteciliği desteklemek için Patreon sayfamıza katılabilirsiniz:
Patreon’da Destek Ol