Türkiye’de sayısı 86 bini aşan ücretli öğretmenlerin yaşadığı güvencesizlik, eğitimde fırsat eşitliği ve özel sektör öğretmenlerinin kadro taleplerini verilerle analiz ettik. İşte çözüm önerileri.
Sabahın ilk ışıklarıyla okulun kapısından giren iki öğretmeni hayal edin. İkisi de aynı sınıfa giriyor, ikisi de aynı müfredatı anlatıyor, ikisi de öğrencilerin geleceği için ter döküyor. Ancak zil çaldığında ve ay sonu geldiğinde, bu iki eğitimci arasında uçurumlar kadar derin bir fark ortaya çıkıyor. Biri geleceğe güvenle bakarken, diğeri “Acaba seneye bu okulda olabilecek miyim?” kaygısıyla yaşıyor. İşte Türkiye’de eğitimin kanayan yarası: Ücretli Öğretmenlik Sorunu.
Sağlanan son verilere ve sendika raporlarına dayanarak, bu sorunun sadece bir “istihdam” meselesi değil, bir “eğitim kalitesi” ve “insan hakları” meselesi olduğunu görmek zor değil.
Türk Eğitim-Sen’in paylaştığı verilere göre; 2024–2025 eğitim-öğretim yılında 78 ilde görev yapan ücretli öğretmen sayısı 86.136’ya ulaşmış durumda. Bu rakam, ücretli öğretmenliğin artık “geçici bir ihtiyaç” veya “istisnai bir durum” olmaktan çıktığını, sistemin kalıcı bir parçası haline geldiğini gösteriyor.
Daha vahim olan ise şu: Ücretli öğretmen sayısı bu kadar yüksekken bile, Türkiye genelindeki norm kadro ihtiyacı tam olarak karşılanamıyor. Özellikle özel eğitim gibi uzmanlık gerektiren branşlarda açık büyük. Yani sistem, “ucuza öğretmen çalıştırma” modeline rağmen öğretmen açığını kapatmakta zorlanıyor.
Ücretli öğretmenliğin en can yakıcı tarafı, çalışma koşullarındaki adaletsizliktir. Bir ücretli öğretmen:
Bu şartlar altında çalışan bir öğretmenden, kendini mesleğine tam anlamıyla adaması, uzun vadeli planlar yapması ve öğrencilerine aidiyet hissetmesi ne kadar beklenebilir?
Konuya sadece öğretmen hakları açısından bakmak eksik kalır. Bu sistemin en büyük mağdurlarından biri de öğrencilerdir. Medyascope ve eğitim analizlerine göre; ücretli öğretmenlerin iş güvencesi olmadığı için sirkülasyon çok fazladır. Dönem ortasında öğretmeni değişen, her yıl başka bir öğretmenle tanışan ilkokul çocuğunun yaşadığı adaptasyon sorunu, eğitim kalitesini doğrudan düşürür.
Eğitimde süreklilik esastır. Öğretmen, öğrencisini tanımalı, gelişimini yıllara yayarak izlemelidir. Ancak “doldur-boşalt” mantığıyla yapılan görevlendirmeler, eğitimin hafızasını silmektedir.
Sorunun bir diğer boyutu da özel sektörde çalışan öğretmenlerdir. Kamudaki meslektaşlarıyla aynı işi yapmalarına rağmen, özel öğretim kurumlarında çalışan binlerce öğretmen, taban maaş uygulamasının kaldırılmasıyla birlikte asgari ücret seviyelerinde çalışmaya mahkum edilmiştir. “Eşit işe eşit ücret” ilkesi, burada da büyük bir yara almıştır.
Gerek sendikaların talepleri gerekse sahadan gelen veriler tek bir gerçeği işaret ediyor: Ücretli öğretmenlik uygulaması kaldırılmalı, tüm öğretmenler kadrolu olarak atanmalıdır.
Bu talep, popülist bir istek değil, anayasal bir eşitlik gereğidir.
Özetle; öğretmenin yüzünün gülmediği bir sınıfta, öğrencinin geleceği aydınlanamaz.
Bu analizdeki veriler; Türk Eğitim-Sen raporları, Eğitim-Bir-Sen açıklamaları ve bağımsız medya organlarının 2024-2025 eğitim öğretim yılına dair yayınladığı istatistiksel veriler ışığında derlenmiştir.
Bağımsız gazeteciliği desteklemek için Patreon sayfamıza katılabilirsiniz:
Patreon’da Destek Ol